Ben “well being”i insanın iyi olma hali diye kullanacağım. İnsani gelişme vizyonu ve bu vizyonu önemli ölçüde kapsayıp, ölçülebilir hedeflere bağlayan sürdürülebilir kalkınma amaçları daha iyi bir dünyanın yol haritası. Öte yandan, dünyamız iç içe geçmiş bir belirsizlikler döneminden geçiyor. Bir çeşit kıyamete gittiğimiz öngörüsü gittikçe daha fazla taraftar kazanıyor. Bir yanda bütün hükümetlerin altına imza attığı insani gelişme öte tarafta ise kıyamet. Beş amacın doğrudan iklim değişikliğini hedef aldığı, sürdürülebilir kalkınma için yapılan her çaba çok değerli. Kim yaparsa yapsın, yapılana bakıp takdir etmeli; ısrarla ve inatla günlük hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz.
Yine de “kıyamet” konusu ihmal edilebilir değil. 2030 yılını hedefleyen amaçların hedefine ulaşması nerede ise olanaksız hale geldi. Küresel ısınmayı 1,5 derece seviyesine çekmek ve 2030 yılında karbon emisyonunu yüzde 45’ e indirmek hedefleri de aynı ağır riskleri taşıyor. Mevcut ilerleme temposu ile 2,5 derece altına inilemeyeceği öngörülüyor. Bu kıyametin yolu.
Yani ne yapılması gerektiği konusunda büyük bir mutabakat var ama pratikte yapılamıyor. Birçok nedenden söz edebiliriz. Örneğin, ülkeler üzerinden yürüyen dünya organizasyonunun her biri küresel olan sorunlarla baş edemediğine daha önce de dokunmuştuk.
Ama ben insanlığın gelişimine fren olan belirleyici iki ana neden düşünüyorum. Bir tanesi bireyleri etnik kökenlerine ve dini aidiyetlerine göre tasnif eden genel tutum ve uygulama. Bunun üzerinde bir başka zaman detaya girmek isterim.
Diğeri ise işte bu “insanın iyi olma hali” konusundaki yaygın ortak algı. Ülkemizdeki sembol bazı isimleri geçenlerde tutuklandı; Dilan Polat, Bahar Candan gibi fenomenler. Şimdi kim nasıl eleştirirse eleştirsin, milyonlarca insan için rol model durumundalar. Milyonlarca insan onlar gibi giyinmek, onlar gibi özel uçaklara, lüks arabalara binmek ve villalarda oturmak, mücevherler kuşanmak istiyor. Futbolcuları dolandırdığı iddia edilen bankacının kolundan “rolex” saatini çekip almış müşterilerinden birisi.
Yani insanın iyi olma hali daha pahalı, isterseniz daha “kaliteli” veya daha zehirli diye de okuyabilirsiniz, tüketimden geçiyor. İhmal edilebilir istisnaları bir yana bırakırsak, 8 milyar insan daha fazla tüketerek daha iyi olmak için çaba harcıyor. Kim bilir kaç çeşit deterjan gerekiyor bir daireyi temizleyebilmek için.
Futbol maçlarından önce en fazla karşılaştığım TV reklamı aşkın pırlantasız olmayacağını söylüyor. Yan yana gelmesi düşünülemeyecek iki kelime, aşk ve pırlanta şimdi ayrılmaz ikili olmuş. Benim “statü bazlı tüketime dayanan iyi olma hali” diye tanımladığım bu durum insani gelişmeyi engelleyen başlıca fren durumda. “Marketing” aralıksız olarak bu iyi olma algısını besliyor; yeniden ve yeniden üretiyor. O yüzden bilimsel bir disiplin demekten çok bir ideoloji demek bana daha doğru geliyor. 200 milyondan fazla şirket, 40 binden fazla borsa şirketi de aynı algıyı güçlendirmek ve insanların tüketimine “destek” olarak, onları “mutlu” etmek için çalışıyor. Tüketerek iyi olacağına inandırılmış bir insanlık ve buna dayanan bir nizam ise kim ne yaparsa yapsın, sürdürülebilir kalkınmayı derinden engelliyor. İklim değişikliği ile mücadeleyi derinden engelliyor. Son bir yılda Türkiye’de benzin tüketimi yüzde 26 artmış. Karbon emisyonu dediğiniz de işte bu aslında
Sözün kısası, insanın iyi olma hali ile statü bazlı tüketim arasındaki ilişkiyi koparan bir tutum değişikliği olmadan hep eksik kalacağız. Kıyameti de daha fazla konuşacağız.