Geri

Remigration

Bu kelime şimdi bütün Avrupa’da aşırı sağ olarak adlandırılan grupların temel sloganı haline geldi. İlk bilimsel kullanımı farklı olsa da artık siyasi anlamı egemen. Göçmenleri geldikleri yere zorla geri göndermek anlamına geliyor; hatta mümkün ise,  göçmen haklarını savunanlarla birlikte.

Temel özellikleri yabancı düşmanlığı. Avrupa’da bu İslam düşmanlığı ile birleşiyor. Aşırı sağ olarak tasnif ediliyorlar. (Ben bu sağ-sol ekseni üzerinden siyaseti açıklamaya veya toplumu anlamaya çalışmanın daha çok nostaljik bir değeri kaldığını düşünenlerdenim.  Son seçimlerde Kemal bey’in ve CHP’nin kampanyasında duvarlara yazılan “Suriyeliler gi-de-cek yazısı birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağ grupların ayırt edici pozisyonu mesela.

 “Aşırı sağ” partiler Kasım ayında yapılan seçimlerde Hollanda‘da birinci sıraya yerleştiler. Fransa, İsveç ve İtalya’da önemli oylar aldılar. İtalya’da Mussoloni’den sonra ilk kez bu kesimden birisi başbakan oldu. Önümüzdeki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeşillerin oyları azalırken “Kimlik ve demokrasi” adlı aşırı sağ ortaklığın oylarının artacağına kesin gözü ile bakılıyor. Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkeler yeni bir vatandaş kimliği oluşturabilmekle, eski etnik tanımlara sarılmak arasında bocalıyor.

Almanya’da geçtiğimiz günlerde AFD (Almanya için alternatif) isimli neo nazi partinin “master planı” açığa çıktı. Plan, vatandaşlık kazanmışlar dahil yabancıların zorla geri gönderilmesini içeriyor. Türkler, Afrikalılar ve müslümanlar gi-de-cek.  Bunun da tek yolu var, yeni nesil nazi kampları.

 Aslında, bütün Avrupa ve Dünya için  olağanüstü büyük bir tehlike yükseliyor.

Planın  açığa çıkması ile çok sert tepki almaları ve Almanya  çapında protesto mitingleri düzenlenmesi işin ümit verici yanı.

Turnusol kağıdını yabancı düşmanlığının oluşturduğu neo nazi etkinin artmasının beş önemli nedeni sayılıyor. Toplumda var olan işsizlik korkusu, refah düzeyinin düşme endişesi, mevcut kültürel yapının bozulması, mevcut dini yapının bozulması ve suçun artması. Aslında bu korkuların dibinde küresel kapitalizm diye adlandırdığımız sistemin eşitsizlikleri derinleştirmesi ile birlikte içinden geçtiğimiz “ hayat standardını bile koruyamama”  krizi yatıyor. Belirsizlikler ve eşitsizlikler içindeki toplum, somut bir düşman, somut bir kurtuluş hedefi arıyor.

 Türkiye içinde durum tipik olarak bu değil mi; benzer gruplar son seçimlerin kilidi haline geldi; hatta gerçek etkilerinden daha fazlaymış imajı yarattılar. Aynı derinleşen eşitsizlik ve artan hayat standardı veya daha yalın  ifade ile hayat pahalılığı krizi.

 Türkiye de Avrupa’da yükselen bu tehlikenin oradakileri ile de , buradakileri ile de doğrudan kapsama alanında.

 Peki, bu ortamda küresel şirketler (veya “küresel kuzeyin” şirketleri) ve markaları neler yapıyor  ?

 Merkezler düzeyinde BM’in aldığı pozisyonlara paralel şekilde bir kapsayıcılık savunuculuğu yapıp, buna uygun insan kaynakları politikası ilan ediyorlar. Tutum “tüketici” vatandaşla yüz yüze geldikleri ülke düzeyine indiğinde ise değişiyor. Çoğunluğu şirket içinde “low profile“ kalıp, dışarıda, sokak dili ile söylersek “almaza yatmak”  durumda.

 İlk bakışta da haklılar, kamuoyuna yansıyacak en ufak bir pozisyon alma bile yaratacağı spekülasyonlarla birlikte, satış hacmi ve pazar payı için de net  tehdit oluşturacak.Ama bu durum sürdürülebilir mi ? Bütün Avrupa’yı bir neo nazi dalgası tehdit ederken, şirketler ve markalar ne kadar dışarıda durabilir?

 Benim gözüm bir dönemin Benetton reklamlarındaki cesur yaratıcılığı arıyor doğrusu.