Geri

Human Capital

İş  Hayatının 21 Gizli Kuralı isimli kitabımın  tuhaf bir kaderi vardır. Kitap, hizmet sektörü başta olmak üzere büyük şirket hayatı içinde oluşturulan insan kaynakları ve çalışan kültürü üzerine ironik bir eleştiri olmayı amaçlıyordu.  İsmini de “iş, sen, siz üçünüz” koymuştum. İş teklifi aldığını söyleyerek ücretini nasıl hızla artırırsın, ünlü insanlarla dost olduğunu duyurmanın faydaları, senin kariyer planın ne olacak, daha etkileyici bir unvan edinmenin yolları gibi içerikleri sözde ciddi bir üslupla anlatıyordu.

Fakat ben ironiyi öyle kaçırıp anlaşılmaz hale getirmişim ki, editör kitaba yukarıdaki “21 gizli kural “ gibi ağır bir ismi uygun bulmuş. Benim de ihmalim var tabi. Sonunda kitap, içeriğine hiç uygun olmayan bir şekilde, ikinci sınıf Amerikan gurusu taklidi gibi çıktı. Yönettiğim şirket de bile kitaptaki önerileri ciddi ciddi uygulayıp ücretini artırmayı deneyenler olduğunu   duymuşluğum vardır. Bu arada kitabı aramaya, almaya kalkmayın çok oldu. Bulunmaz.

Bana şimdi çağrışımı yaptıran ise Dünya Bankası’ndan gelen bir yazıda geçen “beşeri sermaye” ve “beşeri kalkınma” kavramları oldu. İngilizcesi ile “human capital” ve “human development “. Nedense Dünya Bankası, Türkçesini UNDP’nin yerleştirdiği ve İNGEV’in de özellikle altını çizdiği “insani gelişme” yerine “beşeri kalkınma“ şeklinde kullanmayı tercih ediyor.

Beşeri aslında insani demek. Günlük hayatta artık pek az kullanılıyor. O nedenle kullanıldığında hafiften bir gizem eşliğinde daha bir derinlik hissi yaratıyor.  Belki o nedenle insan sermayesi yerine beşeri sermaye demek de daha bilimsel bir izlenim veriyor.

Ben konuları sadeleştirerek anlayabilen birisiyim. İnsan sermayesi kavramının bendeki sadeleşmiş karşılığı verimli, nitelikli işgücü. Teknik olarak sermaye, üretim araçları ve onların işletilmesini sağlayan finansal kaynak diye tanımlanabilir.  İnsan sermayesi ise bu teknik tanıma, Adam Smith’den türeyen klasik iktisat geleneğinin yaptığı bir katkı. Henry Ford’a atfedilen bir cümle vardır; 20. Yüzyılın ilk yarısında söylenmiştir; “ bu işçilerin kafalarını da fabrikaya getirmelerine gerek yok” gibisinden bir cümle. O zamanlar bant sistemi ile üretime geçildiğinden zihinsel faaliyetlerine ihtiyaç yoktur, bize kolları lazım  anlamındadır.

Ne üretirsen satılır döneminin sona erdiği, hizmet sektörünün geliştiği, pazarlama, satış, teknoloji gibi işlevlerin öne çıkmaya başladığı 1960’lı yıllarda ise insanların kafasına olan ihtiyaç artar. “Human capital” kavramı klasik iktisat geleneğinin bu dönemdeki kalkınma konularına olan katkısıdır. İyi tarafından bakarsanız ,insanın üretim sürecindeki yeni önemini vurgulamayı sağlar

Ama, değişmekte olan personel bölümleri bu ismi kullanmayı pek sevemedi. Adlarını insan Sermayesi bölümü şeklinde değiştirmek yerine insan kaynakları bölümü oldular. Son sıralarda daha romantik isim denemeleri de yapıyorlar; mutluluk, kültür, sürdürülebilirlik gibi kelimeleri içeren bölüm adları epeyce arttı. Doğrusu insan sermayesi kavramını ben de hiç sevemedim. İnsan tanımının işgücü üzerinden konuşulmasından ve “capital” ile eşlenmesinin darlığından olsa gerek. İşgücü verimi, işgücü nitelikleri demek daha az romantik olsa da daha gerçekçi. İnsana ise işgücü ve üretim üzerinden değil Amartya Sen ekolünden ilerleyip, “insan kapasitesinin gelişmesi” diye yaklaşmak daha bütünsel ve kapsayıcı bir perspektif.  Orada da içeriğin gelişmesine ihtiyaç görülüyor. Özellikle insan kapasitesi ne demektir üzerinde yeniden tartışılmalı. İNGEV in yayınladığı  son 11 insani gelişme ilkesinin bu tartışma için iyi bir zemin olabileceğini düşünüyorum.