Geri

Greenwashing

ve gökyüzü

 ve sahra

 ve mavi okyanus

 ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı

 bir şafak vakti değişmiş olur,

bir şafak vakti karanlığın kenarından

 onlar ağır ellerini toprağa basıp

 doğruldukları zaman…

Greenwashing tam tercüme olarak yeşil yıkama. Daha yaygın olarak ise yeşil aklama şeklinde kullanılıyor. Otel odalarında görmeye alışık olduğumuz, “havluyu, çarşafı ne kadar az kullanırsanız çevreye o kadar katkıda bulunursunuz” tadındaki kampanyadan türemiş. Aslında çevreye katkısından çok, otelin temizlik hizmet maliyetlerini düşürüp, karlılığını artıran bir kampanya. İlk olarak bir ekolojist ve araştırmacı olan Jay Westerveld kullanmış bu ironik terimi.

Çevre konusunda biz insanların (tüketicilerin) duyarlılığının yükselmesi elbette son derece önemli.  Şirketlerin ve markaların bu sürece katkı vermesi de öyle. Çevreye duyarlı olmak zamanla bir toplumsal norm haline gelmeye başladı. Zamanın ruhunu oluşturan marketing ideolojisi de konuyu enine boyuna inceleyip yeşil pazarlama modelleri geliştirdi.  Pazarlama araştırması da zaten her modelin ayrılmaz bir parçası.

Muhtemelen birçok araştırma ile karşılaşmışsınızdır; biz İnsanların (tüketicilerin) çevreye duyarlı olan ve ürün ve hizmetleri satın almayı tercih ettiğini gösteren veriler. Şimdi bir arama yaptım. Hemen karşıma çıkanlara göre mesela tüketicilerin (insanların) yüzde 66’sı bu tür ürünlere daha fazla para vermeye hazırmış, hatta yüzde 82’si markanın bu konudaki aktivitelerine bakıp, ona göre satın alma kararı veriyormuş

Anketler konusunda (araştırma değil) özellikle siyaset ve medyada yaygın bir cehalet vardır. İnsan tutum veya davranışı arasındaki büyük farklılığı pek azı anlar. Medyadaki popülerlik anketlerine bakıp doğru aday olursa seçimi muhalefetin kazanacağına kendilerini kolayca inandırabilirler. İnsanlar toplumsal normlara açıktan karşı çıkmazlar. Anketlerde kadınlara şiddet uygulanmasına karşı en net şıkkı seçen erkek, eve gidip eşine saldırabilir. Elbette sorulduğunda çevreye duyarlı ürünleri gösteren cevap seçeneğini tercih ederiz.  Ama, bu öyle davrandığımız anlamına asla gelmez. Keşke davransak.

Öyle veya böyle; şirketler yükselen çevreci değerlere bağlı olarak kendi pozisyonlarını düzenlediler. Tutum ve davranış arasındaki bu karışık dönemde yeşil aklama da kendini yaratıcı yollar buldu. Anlamını bilememekle birlikte çok anlamlı olduğuna emin olduğumuz sloganlarla karşılaştık; Soframıza doğadan gelen ürünler, doğal lezzetler, çevre dostu markalar karşımıza çıktı. Plastik şişe etiketlerinde karlı dağlarda açan güzelim çiçeklere sık sık rastlar olduk. Irmakları kirleten, suları tüketen fabrikaların yeşil temizlik ürünleri ile raflarda karşılaştık. Sürekli yenileri ile değiştirmemiz gereken bataryaların üreticileri bize ağaç dikme kampanyalarını tanıttılar. Yeşil aklama farkına varmadan hayatımızın bir parçası oldu.

 En azından konunun çevre, sürdürülebilirlik gibi kavramların etrafında dönmesinden mutlu olabiliriz. Hiç kimsenin aldırmadığı bir dönemden herkesin tuttuğu uca göre tanımladığı bir hale dönüşse bile konuşmaların odağına çevrenin girmesi ilerlemedir. Tıpkı bu alanlarda yürüyen küresel resmi çabaların durumu gibi.

Sürdürülebilir Kalkınma amaçlarının 5 maddesi doğrudan iklim değişikliği le ilgili. Hükümetlerin “biz 2030 yılına kadar bunları başarmayı hedefliyoruz” dediği güzel amaçlar. Kasım ayı sonunda Dubai’de Birleşmiş Miller iklim Değişikliği konferansı veya başka adıyla Taraflar konferansı yapılacak; COP 28 diye geçiyor. 28 sayısı şimdiye kadar yapılan konferansların adetini gösteriyor. Az değil 28 yıldır böyle büyük büyük konferanslar oluyor. Bilen bilir, ayrıca birçok   uluslararası anlaşma da yapılmıştır. Yeşil Mutabakat, Paris antlaşması, Kyota protokolü gibi…

Büyük küresel çabaların sonunda gelinen aşamayı ise bir önceki yılın ( COP 27) konferansında BM Genel sekreteri Guterres’in  konuşmasında yer alan bir cümle özetlemişti:

“İklim otobanında felakete doğru giden yolda ayağımızı gazdan çekmeden gidiyoruz”