CORSICO No.10
Doksanların başında cesaretle işleri geliştirirken Nielsen’le de ilişki kurmaya çalışıyorduk.
Birçok global marka için pazar payı iç bir performans ölçütüdür ve bağımsız bir kaynağa dayanmalıdır. Marka ve şirket yönetimlerinin kendi iç hesaplarına kaldığında pazar payları toplamı genellikle yüzde iki yüzü aşar. Herkes pazara kendi tarafından baktığı için, kendi payını oldukça iyimser bir şekilde hesaplamaya eğilimlidir. Bağımsız kaynak, yani hizmeti veren de marka “headquarter”larında “akredite olmuş” bir şirket olmalıdır.
Zet ismi güzeldir ama yeterli değildir.
Ayrıca, konuya ne kadar hâkim olsak da Nielsen’in arkasında bizim yeniden keşfetmek zorunda olduğumuz büyük bir “know how” bulunmaktadır. Koşullar bize sürekli Nielsen’i işaret eder. Belki de o aşamadaki vizyonumuzun ulaştığı yer o kadardır.
Hayat hala internetsizdir. Bir tıkla ulaştığınız şirket web sayfaları, arama motorları gelecekte kalmıştır. Bilinen en gelişkin teknoloji sabit telefon ve onun üzerinden işleyen fakstır. Dört bir koldan araştırarak Nielsen’den isimler, telefon ve faks numaraları buluyor, bulduğumuzu arıyor veya daha da çok faks gönderiyorduk. Mesajlar standarttı. Türkiye gelişen önemli bir araştırma pazarıydı, bu pazarda başta perakende satış ölçümü olmak üzere önemli işler yapan Zet görüşmek istiyordu.
İki yıla yakın bir süre tonlarca böyle girişim olur, Nielsen’in merkezi olan Chicago ofisine, Londra’ya, birçok şehre telefonlar, fakslar gider. Karşılığında sessizlik ve yine sessizlik. Muhtemelen fakslar büyük ofislerin resepsiyonlarında bir yerlerde kaybolur veya ilgisiz insanların elinden çöp tenekelerine yollanır.
Artık ümitlerimizi kesip, işin peşini bırakma aşamasına geldiğimiz bir sırada haber çıkar. Fakslardan birisini gören “proactive” bir yönetici, bunu İtalya ofisine gönderir. İtalya’nın yıldızının parladığı zamanlardır. Ülke henüz “yorgun” değildir. Birçok global marka Avrupa büyümesini İtalya’ya yaslamıştır. Milano’daki ofis Nielsen’in Güney Avrupa operasyonlarını yönetmektedir, ilgili kişilerden birisi konuyu sahiplenir.
Gelen faks Milano ofisinde bir toplantı yapabileceğimizi yazmaktadır.
Heyecan, tabii ofisin ve evin tavanında dolaşır.
Sıkıyönetimdeki davalarım beraatla sonuçlanmıştı ama hala iz kayıtları sağda solda duruyor olmalıydı. Kamu yönetim geleneğimiz kısıtlamalar koymakta cömert, kaldırmakta cimridir. Pasaportum yoktu ve hiç yurtdışına çıkmamıştım. Bir yandan işin bürokrasisi ile uğraşırken öbür yandan etkileyici bir sunuş hazırlamaya giriştik.
Gelişkin PPT dosyası içine yerleştirilmiş kısa video ve infografiklerden oluşan bir sunuş hazırlamaya başladık diyemeyeceğim. Bunlar da henüz gelecekte bekliyordu. En etkili sunuş aracı olarak ‘slide’ makinesini ve ‘slide’ları seçtik. ‘Slide’lar, küçük fotoğraflardır ve makine ardı ardına, yarı otomatik olarak bunları perdeye yansıtabilir.
Dönüşte sen nasıl dışarı çıktın diyerek ülkeye sokmama eğilimi gösterseler de çıkışta bürokratik engelleri geçip yüksek teknolojili sunuşumuz çantamızda Duomo Katedrali yakınındaki otele yerleşebildik.
Ve nihayet, ertesi gün, Zet’in kuruluşundan altı yıl, ikiye ayrılışından iki yıl sonra Milano’da, yedi yıl boyunca komşu kapım haline gelecek olan adresten içeri giriyorduk; Via di Vittorio Corsico no 10.
Çok fazla sayıda profesyonel yönetici tanıdığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Kendi çalıştığım kuruluşlarda ve müşterimiz olan büyük şirketlerde. Birçoğu dönemlerinin gerektirdiği performans kalıplarını egolarıyla birlikte giyip, “masa”larında pozisyonun gergin lezzetini yaşayarak sağlam bir emekliliğe geçiş planı yaparlar. “Well done” ve “great” demek konusunda uzmanlaşırlar.
Özellikle “global şirketler” tanım gereği yöneticiyi böyle şekillendirir. Aksini retorik olarak söyler ama siyah kuğulara, mor ineklere yapısal olarak pek izin veremez. Farklılaşabilmiş çok az kişiye rastlanır. Çoğunlukla yukarıya en yaratıcılar değil en iyi uyum sağlayanlar çıkar.
Toplantı odasında bütün araştırma ve iş hayatım boyunca beni en çok etkileyen, kendimi çok yakın hissettiğim iki kişiden ilki bekliyordu; Valentino Colombo.
Zet ve Nielsen arasındaki ortaklık ve satış görüşmelerinin “foreplay”i o gün başladı.
Joint ve venture.